27/02/2022
HAZRET-İ MUHAMMED (S.A.S)
Mirac
Mirac'a ilk adım
Sevgili Peygamberimiz, bütün engellemelere rağmen, gördüğü her kabileye, İslâmiyeti anlatıyor... Kendisini himaye edip, insanlara Allahü teâlânın emirlerini tebliğ etmesinde yardımcı olmalarını istiyor... Böylece herkesin dünya ve ahıret huzuruna kavuşmalarını arzu ediyor.
Fakat insanlar, ne Müslüman oluyorlar, ne de himaye etmeye yanaşıyorlardı. Ayrıca hakaret, zulüm, işkence ve alay edip, yalanlıyorlardı. Alemlerin efendisinin günleri, çok yorgun, aç, susuz, üzüntülü ve pek hüzünlü geçiyordu.
Gündüzleri böyle geçiyor, gece geç vakitlere kadar bu hal devam ediyordu. Mekkeli müşrikler, gelen insanların Müslüman olmasını engelledikleri gibi, Habib-i
Ekrem efendimize zulüm etmekten geri durmuyorlardı.
Artık Resulullah efendimiz için gidilecek bir yer yoktu. Her taraf düşman idi. O gece doğruca amcası Ebu Talib'in kızı Ümm-i Hani'nin, Ebu Talib Mahallesi'nde bulunan evine geldi. Ümm-i Hani, o zaman henüz iman etmemişti. "Kimdir o" deyince, Resulullah efendimiz; "Amcan oğlu Muhammed'im...
Kabul edersen, misafir geldim" buyurdu.
Ümm-i Hani; "Senin gibi doğru sözlü, emin, asil, şerefli misafire can feda olsun. Yalnız, teşrif edeceğinizi önceden bildirseydiniz, bir şeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek bir şeyim yok" dedi.
Resulullah efendimiz, "Yiyecek, içecek istemem. Hiç biri gözümde yok. Rabbime ibadet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir" buyurdu.
Ümm-i Hani, sevgili Peygamberimizi içeri alıp; bir hasır, leğen ve ibrek verdi. Gelen misafire ikram etmek, onu düşmandan korumak, Araplar için en şerefli vazife sayılırdı. Bir evdeki misafire zarar gelmesi, ev sahibi için büyük yüz karası olurdu.
Ümm-i Hani; "Bunun Mekke'de düşmanları çok. Hatta öldürmek isteyenler var. Şerefimi korumak için, sabaha kadar O'nu gözeteyim" diye düşündü.
Babasının kılıcını alıp, evin etrafında dolaşmaya başladı.
Resulullah, o gün çok incinmişti. Abdest alıp, Rabbine yalvarmaya, af dilemeye, kulların imana gelip, saadete kavuşmaları için duaya başladı. Çok yorgun, aç ve üzüntülü idi. Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi.
O anda Allahü teâlâ, Cebrail aleyhisselama; "Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mübarek bedenini, nazik kalbini çok incittim. Bu halde, yine bana yalvarıyor.
Benden başka hiç bir şey düşünmüyor. Git, Habibimi getir! Cennetimi, Cehennemimi göster. O'na ve O'nu sevenlere hazırladığım nimetleri görsün. O'na inanmıyanlara, sözleri, yazıları ve hareketleri ile O'nu incitenlere hazırladığım azabları görsün. O'nu ben teselli edeceğim. O'nun nazik kalbinin yaralarını ben saracağım" buyurdu.
Cebrail aleyhisselam, Resulullahın yanına gelince, O'nu mışıl mışıl uyur buldu. Uyandırmağa kıyamadı. İnsan şeklinde idi. Mübarek ayağının altını öptü. Kalbi, kanı olmadığı için, soğuk dudakları Resulullahı uyandırdı.
Cebrail aleyhisselamı hemen tanıdı ve; "Ey Cebrail kardeşim! Böyle vakitsiz niçin geldin. Yoksa bir hata mı ettim. Rabbimi gücendirdim mi? Bana acı haber mi getirdin?" buyurdu ve Rabbinin darılacağından çok korktu.
Cebrail aleyhisselam; "Ey bütün yaratılmışların en üstünü! Ey Yaratanın habibi, ey peygamberlerin efendisi, iyilikler menbaı, üstünlükler kaynağı olan şerefli ve büyük Peygamber! Rabbin sana selam ediyor ve seni kendisine çağırıyor. Lütfen kalk gidelim" dedi.
Mirac yolculuğu böylece başlamış oldu...
Ey Habibim! Sen üzülme
Mirac, Efendimizin yükseklikler alemine uruc etmesi... Derece derece ötelerin sırlarına ermesi... Bu emirle gelen, Cebrail aleyhisselam, Sevgili Peygamberimizi
Miraca hazırlamaya başladı. Önce, abdest aldırdı. Mübarek başına nurdan bir imame koydu. Üzerine nurdan bir elbise giydirdi. Mübarek beline yakuttan bir kemer taktı. Mübarek eline dört yüz inci ile süslü zümrütten bir asa verdi. Her inci, Zühre yıldızı gibi parlardı. Mübarek ayağına yeşil zümrütten nalin giydirdi.
Sonra el ele tutuşup Kabe'ye geldiler.
Burada Cebrail aleyhisselam, sevgili Peygamberimizin mübarek göğsünü yardı. Kalbini çıkardı. Zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hikmet ve iman dolu bir tas getirip içine boşalttı ve göğsünü kapattı.
Sonra Cebrail aleyhisselam, Cennet'ten getirdiği Burak adındaki beyaz hayvanı işaret ederek;
- Ya Resulallah! Buna bin! Bütün melekler yolunu bekliyorlar, dedi.
Bu sırada Peygamber efendimize bir hüzün çöktü ve tefekküre daldı. O anda Allahü teâlâ, Cebrail aleyhisselama;
- Ey Cebrail! Sual eyle! Habibim niçin mahzun duruyor? diye sual edince, Efendimiz cevap verdi:
- Ben bu kadar izzet ve ikram gördüm. Hatırıma geldi ki, kıyamet günü zayıf olan ümmetimin hali nasıl olur? Elli bin yıl, Arasat meydanında yaya olarak bunca günahlarını nasıl çekerler ve otuz bin yıllık yol olan Sıratı nasıl geçerler?
Ferman-ı ilahi geldi ki;
- Ey Habibim! Hatırını hoş tut. Senin ümmetine elli bin yıllık vakti bir an gibi ederim. Üzülme! buyurdu.
Peygamber efendimiz, Burak'a bindi. Burak çok hızlı gidiyor, bir adımda gözün gördüğü yerin ötesine ulaşıyordu. Yolculuk esnasında Cebrail aleyhisselam sevgili Peygamberimize bazı konak yerlerinde inip namaz kılmasını söyledi. Alemlerin efendisi bunun üzerine tam üç defa inerek namaz kıldı.
Cebrail aleyhisselam da namaz kıldığı yerleri bilip bilmediğini sordu. Cevabını kendisi vererek; ilk indiği yerin Medine olduğunu ve bu şehre hicret edeceğini haber verdi.
Öteki yerlerin de sıra ile hazret-i Musa'nın Allahü teâlâ ile cihetsiz ve bilinmeyen bir şekilde konuştuğu Tur-i Sina olduğunu, son olarak da İsa aleyhisselamın doğduğu Beyt-i Lahm'da namaz kıldığını haber verdi. Sonra Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya geldiler.
Mescid-i Aksa'da, Cebrail aleyhisselam bir kayayı parmağı ile delerek Burak'ı bağladı. Geçmiş peygamberlerden bazısının ruhları insan şeklinde toplanmışlardı. Cemaatle namaz için; dem, Nuh ve İbrahim peygamberlere "aleyhimüsselam" imam olmaları sıra ile söylendi. Özür dileyerek kabul etmediler.
Hazret-i Cebrail;"Sen varken başkası imam olamaz" diyerek Habibullah'ı ileri sürdü.
Peygamber efendimiz, peygamberlere imam olup, iki rek'at namaz kıldırdılar.
(Mirac, Peygamberimizin Medine'ye hicretlerinden ondokuz ay önce Miladi 621 yılında, geceleyin vuku' bulmuştur.
Sevgili Peygamberimizin bu iki mahal arasındaki seyahatleri geceleyin vuku' bulduğu için, gece yolculuğu manasında "İsra" denmiş, bu mübarek kelime aynı olayı anlatan ayetle başlayan "İsra" suresinin de adı olmuştur.)
Bu gelen ne güzel yolcu
Sevgili Peygamberimiz, Mirac olayının Kudüs'ten sonrasını şöyle anlatır:
Cebrail aleyhisselam bana bir kap içinde Cennet şurubu, bir kap da süt getirdi. Sütü aldım.
Daha sonra iki bardak daha sundular. Biri su, bir bal; ikisinden de içtim. Hazret-i Cebrail; "Bal ümmetinin kıyamete kadar devam edeceğine, su da, ümmetinin günahlarından temizlenmesine işarettir" dedi.
Sonra beraberce göğe yükseldik. Cebrail aleyhisselam birinci kat göğün kapısını çaldı. Sordular:
- Sen kimsin?
- Ben Cebrail'im.
- Peki yanındaki kim?
- O da Muhammed'dir.
- O'na göğe çıkmak için vahy ve Mirac daveti gönderildi mi?
- Evet, gönderildi.
"Merhaba gelen zata! Bu gelen, ne güzel yolcu!" dediler ve hemen kapı açıldı ve kendimi dem'in "aleyhisselam" karşısında buldum. Bana "Merhaba" dedi ve dua etti...
Burada çok melek gördüm. Hepsi kıyamda huşu ve hudu ile durmuşlar "Subbuhün kuddusün Rabb-ül-melaiketi ver-ruh" zikriyle meşguldüler. Cebrail'e sordum:
- Bu meleklerin ibadeti bu mudur?
- Evet. Bunlar yaratılalıdan beri, ta kıyamete kadar kıyam üzere olurlar. Hak teâlâdan diledim ki, bu ibadeti ümmetime nasip etsin. Duamı kabul etti. Namazda olan kıyam odur.
Orada bir cemaate uğradım. Melekler, onların başlarını ezerler, tekrar eski halini alır. Yine döverler, yine eskisi gibi olurdu. "Bunlar kimlerdir?" dedim.
"Cuma'yı ve cemaati terk edenlerdir. Rüku ve secdeleri tamam yapmayanlardır" dedi.
Bir cemaat gördüm. Aç ve çıplak idiler. "Bunlar kimlerdir?" dedim. "Fakirlere merhamet etmiyenler ve zekat vermiyenlerdir" dedi.
Bir cemaate uğradım. Önlerine nefis yemekler koymuşlar. Bir yanda da leş duruyor. O nefis yemekleri bırakmış, leşi yerlerdi. "Bunlar kimlerdir?" dedim.
"Bunlar, helali terk edip, harama meyl edenlerdir. Helal malları varken, haram yiyen kimselerdir" dedi.
Arkasındaki yükün çokluğundan, harekete mecali kalmamış olan bir takım kimseler gördüm. O haliyle halka seslenip, üzerine biraz daha yük koymalarını istiyorlardı. "Bunlar kimlerdir?" dedim. "Bu kimseler, emanete hıyanet edenlerdir. İnsanların hakkını almış iken, yine zulmedenlerdir" dedi.
Kendi etlerini kesip yiyen bir grup insana uğradık. "Bunlar kimlerdir?" dedim. Cebrail aleyhisselam; "Bunlar gıybet edenler ve söz taşıyanlardır" dedi.
Bir grup insana rastladık, dilleri kafalarından çekilmiş, şekilleri değiştirilip hınzır (domuz) suretine tebdil olmuş olarak azab olunurlar. Cebrail aleyhisselam;
"Bunlar yalan yere şahidlik yapanlardır" dedi.
Bir kısım kadınlara rastladık. Yüzleri siyah, gözleri göktü. Ateşten elbiseler giydirmişler. Melekler onlara ateşten gürzlerle vururlar. "Bunlar kimlerdir?" dedim.
Hazret-i Cibril; "Bunlar zina edenler ve kocalarını inciten kadınlardır" dedi.
Bir cemaat daha gördüm. Ateş, onları yakar, tekrar dirilirler, tekrar yakardı. "Bunlar kimlerdir?" dedim. "Bunlar babalarına asi olanlardır" dedi.
İkinci kat göğe çıktık. Cebrail aleyhisselam kapıyı çaldı. Kapı açıldığında, kendimi; teyze çocukları İsa ile Yahya bin Zekeriyya'nın (aleyhimesselam) yanında buldum. Bana; "Merhaba" dediler. Ve duada bulundular...
Meleklerden bir cemaate rastladım. Saf bağlayıp durmuşlar, cümlesi rükuda idi. Kendilerine mahsus bir tesbihleri vardı. Devamlı olarak rükuda dururlar, başlarını kaldırıp, yukarı bakmazlar. Cebrail aleyhisselam; "Bu meleklerin ibadeti böyledir. Hak teâlâdan iste de ümmetine nasib olsun" dedi. Dua ettim. Kabul buyurup, namazda rükuu ihsan eyledi.
Sonra üçüncü kat göğe çıktık. Aynı sual ve cevaptan sonra, kapı açıldı ve kendimi Yusuf aleyhisselamın yanında buldum. Baktım ki kendisine güzelliğin yarısı verilmiş. Bana, "Merhaba" dedi ve dua etti...
Çok melek gördüm. Saf halinde, cümlesi secdede idiler. Yaratılalıdan beri secdede olup, kendilerine mahsus tesbih ile tesbih ederler. Cebrail aleyhisselam;
"Bu meleklerin ibadeti böyledir. Allahü teâlâdan iste ki, bu ameli ümmetine müyesser eylesin" dedi. Hak teâlâdan diledim. Kabul edip namazda size nasib eyledi.
Dördüncü kat göğe eriştim. Saf gümüşten yapılmış, nurdan bir kapısı var. Nurdan bir kilit vurmuşlar. Kilidin üzerinde, "La ilahe illallah Muhammedün resulullah" yazılı idi. Sual ve cevaptan sonra kendimi, İdris aleyhisselamın yanında buldum. Bana "Merhaba" dedi ve duada bulundu. Allahü teâlâ, onun hakkında (mealen); "Biz onu yüksek bir mekana ref'ettik" buyurmuştur. (Meryem suresi: 57)
Bir melek gördüm. Bir kürsi üzerine oturmuş, gamlı ve üzüntülü idi. Etrafında o kadar çok melek vardı ki, sayısını ancak cenab-ı Hak bilir. Sağında nurani melekler gördüm. Yeşiller giymişler, çok güzel kokuları var. Her birinin güzelliğinden yüzlerine bakılamaz. Sol tarafında ağızlarında ateşler saçan melekler vardı. Önlerinde ateşten mızrak ve kamçılar var. Öyle gözleri var ki, bakmağa takat getirilmez. Taht üzerinde oturan meleğin, başından ayağına kadar gözleri var.
Daima önündeki deftere bakar, bir an gözünü ondan ayırmazdı. Önünde bir ağaç vardı. Kah sağ eliyle ondan bir şey alıp sağındaki nurani meleklere teslim eder, kah sol eliyle bir şey alıp solundaki zulmani meleklere verirdi. Bu meleğe nazar edince, kalbime bir korku geldi. Hazret-i Cebrail'e; "Bu melek kimdir?" dedim. "Azrail'dir. Bunun yüzünü görmeğe kimsenin takati yetmez" dedi.
Yanına varıp; "Ey Azrail! Bu, ahir zaman peygamberidir ve Allahü teâlânın habibi, sevgilisidir" dedi. Azrail aleyhisselam kalkıp bana tazim etti; "Merhaba! Hak teâlâ senden daha şerefli bir kimse yaratmadı. Ümmetin de, cümle ümmetlerden üstündür. Ben senin ümmetine, baba ve analarından daha çok acırım" dedi."Senden bir ricam vardır. Ümmetim zayıftır. Onlara yumuşak darvanasın. Ruhlarını yumuşaklıkla alasın" dedim. "Seni en son peygamber olarak gönderen ve kendine habib kılan Allahü teâlânın hakkı için, Allahü teâlâ gece ve gündüzde yetmişkere; "Ümmet-i Muhammed'in ruhlarını yumuşaklıkla ve kolaylıkla al ve işlerini lütf ile gör" diye emreder. Bunun için ben de senin ümmetine, ana ve babalarından daha çok şefkat ederim, dedi.
Beşinci kat göğe çıktık, orada Harun aleyhisselamla karşılaştık. Bana "Merhaba" dedi ve hayır duada bulundu.
Beşinci kat gök meleklerinin ibadetlerini gördüm. Cümlesi ayakta duruyor ve ayaklarının parmaklarına nazar ediyor, asla başka yere bakmıyor, yüksek sesle tesbih ediyorlardı. Hazret-i Cebrail'den "Bu meleklerin ibadeti böyle midir?" diye sordum. "Evet, Hak teâlâdan dile de, bu ibadeti ümmetine nasib eylesin" dedi. Dua ettim. Cenab-ı Hak ihsan etti.
Sonra altınca kat göğe çıktık. Orada Musa aleyhisselam ile karşılaştık. Bana "Merhaba" dedi ve hayır duada bulundu. Sonra yedinci kat göğe yükseldik, aynı soru-cevaptan sonra İbrahim aleyhisselamı Beyt-i Ma'mur'a arkasını dayamış olarak buldum. O Beyt-i Ma'mur ki, her gün oraya yetmiş bin melek giriyor bir daha sıraları gelmiyor. İbrahim aleyhisselama selam verdim. Selamımı aldı. "Merhaba salih peygamber, salih oğlum" dedi. Sonra;
"Ya Muhammed! Cennet'in yeri gayet latif ve toprağı temizdir. Ümmetine söyle, oraya çok ağaç diksinler" dedi. "Cennet'e ağaç nasıl dikilir?" dedim. "La havle vela kuvvete illa billah" ve "Sübhanellahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber" tesbihini okuyarak, dedi.
Cebrail aleyhisselam sonra beni, Sidret-ül-Münteha'ya götürdü. Sanki onun yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri de kuleler gibi idi. O, Allahü teâlânın emirlerinden herhangi birisiyle karşılaştığında, öylesine değişiyordu ve güzelleşiyordu ki, Allahü teâlânın yaratmış olduğu mahlukatından, hiç kimse onun güzelliğini anlatamaz.
Cebrail aleyhisselam, Sidret-ül-Münteha'nın ilerisine iletti ve bana veda eyledi. Dedim ki: "Ey Cebrail! Beni yalnız mı bırakıyorsun?" Cebrail aleyhisselam ıstıraba düştü. Hak teâlânın heybetinden titremeğe başladı ve; "Eğer bir adım daha atarsam, Allahü teâlânın azametinden helak olurum. Bütün vücudum yanar, yok olur" dedi.
Alemlerin efendisi, buraya kadar Cebrail aleyhisselam ile gelmişti. Cebrail aleyhisselam, burada kendisini; yaratılmış olduğu suret üzere kanatlarını açmış, her bir kanadından inciler, yakutlar saçılır bir halde Resulullah'a gösterdi. Sonra ziyası güneşten daha parlak, Refref adında yeşil bir Cennet yaygısı geldi.
Durmadan Allahü teâlânın zikriyle meşgul oluyor, bulunduğu alemi tesbih sadası dolduruyordu.
Peygamber efendimize selam verdi. Resulullah efendimiz Refref'in üzerine oturdu. Bir anda çok yükseklere çıktılar, hicab denilen yetmiş bin perdeden geçtiler.
Her hicab arası çok uzak idi. Her perdede vazifeli melekler vardı. Refref, Peygamber efendimizi birer birer o perdelerden geçirdi. Böylece; Kürsi, Arş ve ruh alemlerini aştılar.
Habib-i ekrem efendimiz, her bir perdeden geçerken; "Korkma ya Muhammed! Yaklaş, yaklaş!" diye emredildiğini duyuyordu. Bilinmeyen, anlaşılamayan, anlatılamayan şekilde, Allahü teâlânın dilediği yüksekliklere ulaştı. Mekansız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak rü'yet hasıl oldu yani Allahü teâlâyı gördü.
Gözsüz, kulaksız, vasıtasız, ortamsız olarak Rabbi ile konuştu. Hiç bir mahlukun bilemiyeceği, anlıyamıyacağı nimetlere kavuştu...
Ümmetimi isterim