28/05/2023
NASIL İYİ BİR İNSAN OLUNUR?
Hepimiz birçok kötülük yaptık. Bu kötülüklerin bir kısmını kendimizden bile gizlemeye çalışıyoruz, bir kısmını çoktan unuttuk. Bazı kötülüklerimizin de farkında bile değiliz, buraya gelirken yolda kaç karınca ezdik?
Daha fenası, kötülüklerimizi hak olarak görmemiz, hileli bir adalet tartısında hep kendimizi haklı çıkarmamız. Çünkü bizim oğlumuz en iyisini hak ediyor; çünkü Ermeniler kaşındı; çünkü o kız çok güzeldi.
Bugüne kadar kazasız gitmiş olsak da ilerdeki virajda ne yapacağımızı kimse bilmiyor. Belki hiç sınanmadık belki hiç zorlanmadık.
Gökkuşağına ulaşmanın imkânsız gibi görünmesi bizi durdurmamalı, gökkuşağına ulaşmaya çabalamak için koşmaya başlamak yeter. Yolda gitmek, varmaktan önemli olabilir. Nereye varacağımızı bilmesek de ne yöne koşacağımızı bilmeliyiz.
Kötü kalpli cadı belki sadece yalnızlık çeken yaşlı bir kadındı ve unutulmamalı ki Pamuk Prenses onu öpen ilk yakışıklı prensle bir olup, yedi cüceleri terk etti. Masalların en doğru cümlesi en başta söyleniyor: Bir varmış, bir yokmuş. Doğduğumuz gün oluyoruz, son nefesimizle ölüyoruz. Toplamda iyi mi kötü mü “olduğumuza” ancak biz öldükten sonra karar veriliyor ki o bile bir bilgi değil, yargı: “İyi bilirdik.”
Tarih boyunca iyilik ve kötülük hakkında çok şey yazılmış. Kimi düşüncelerde insan iyi olarak doğar ve sonra kötüleşir, kimi düşüncelerde insan kötüdür ve arada sırada (ki genellikle kendi çıkarı için) iyi olur. Bir de üçüncü düşünce vardır ki iyilik ve kötülüğün duruma göre değiştiğini, tartının hep hileli olduğunu, böyle bir yargı arayışının bile saçmalık olduğunu savunur.
“Radikal Sevgi”den bahsettiğim için sevgi pazarlayan yılışık şovmenler gibi görünmek istemem. Öncelikle iyi bir insan değilim. İyi olmaya çalışıyorum ama bunu ne kadar becerdiğimin kararını vermek bana düşmez.
Beni sevmeyen insanları sevmeye ve anlamaya çalışıyorum, bu beni “radikal seven” bir insan yapar ama herkesi seven bir insan yapmaz. Çünkü herkesi sevmiyorum. Bazı insanlardan tiksiniyorum, bazılarını görmek bile istemiyorum. İnsanların birçoğunun iyi olduğunu düşünsem bile, hepsinin her zaman iyi olduğunu sanacak kadar avanak değilim. Radikal sevgi herkesi sevmek değil. Beni sevmeyen bir insanı sevebilirim ama beni yok etmek isteyen, benim varlığıma düşman olan ve her hareketini bu düşmanlıkla yapan kişileri niye seveyim? Diyalog kurar, anlamaya ve anlatmaya, mümkün olduğunca kişiyi dönüştürmeye çalışırım ama kitabın başında anlattığım anıda olduğu gibi: Herkes kabı kadar doluyor.
Beni sevmeyen insanların büyük bölümüyle tanışmadım. Onlarla aramızda yankı odaları ve daha beteri rütbe kaleleri var. En değerli mülkümüz kendi inşa ettiğimiz ve kendimizi hapsettiğimiz duvarların içinde olabilir. Mala mülke değer vermiyorum diyenler “mülk”ün ne anlama geldiğini bilmeyenler: malsızlık kolay da mülksüzlük bir Neyzen’e nasip olmuş. İçimizde mülk aşkı oldukça, kalelerin ve odaların duvarlarını yıkmak zor.
Kendini sevmeyen birini kim, neden sever, niye bunu dert edinir? En radikal sevgi, ağaca, kuşa, denize, dağa, yeni gelenlerin arayışına; akıp giden hayata gösterilen ve karşılık beklentisi olmayan sevgi. Bunun için çevreci olmak, işçi haklarını, kadın haklarını, çocuk haklarını, LGBT haklarını ve genel olarak insan haklarını savunmak gerek. Herkesin eşit şanslara sahip olduğu ve sömürmeden sömürülmeden yaşadığı bir dünya ideallerin en güzeli. Bu ideal sosyalizm ideali. Ancak bir sosyalist yapay ayrımlardan sıyrılıp, insanı insan olduğu için sever ve karşı taraf bu olgunluğa erişmemiş olsa bile onu sevmeye, onun için mücadele etmeye devam eder. Radikal sevgisi olmayanın La Higuera’da işi ne?
İnsanlara “iyilik” pompalayan laf ebeleri kötülüklerimizi halı altına gömdüğümüz bencil bir dünya önerirler. Hatalarımız, kötülüklerimiz ve incittiğimiz insanların yargılarıyla yaşamayı öğrenmeliyiz. Halının altına bir şey süpüremeyiz çünkü zaten o halının altındayız.
İyiliğimiz ve kötülüğümüz imtihan bitince anlaşılacak, o zamana dek “iyi olmaya çalışmak” en iyisi. İyilik çabası iyidir. Monologları bırakıp diyaloglara başladığımızda şu gerçeğe varırız: Nuh’un Gemisi yaşadığımız dünyanın ta kendisidir. Aldığımız her nefes için şükredip, gemimizi olabildiğince korumaktan başka şansımız yok. Bu nedenle İstanbul’un kuzeyindeki ormanların yaşamasını sadece toplumun iyiliği için değil, kendi iyiliğimiz için de istemeliyiz çünkü orman bitince çölde yaşayacak olan yine biz olacağız. İyilik bizi ilgilendirir ve iyiliğimizden utanmamız kötülerin sinsi bir vaazıdır.
Bir kente gidince önce bir sokağı öğreniriz sonra zihinsel haritamız genişler ve zamanla tüm kenti tanırız. Konuşmak iyilik gezegenin navigasyonu. Konuştukça sokakları, kentleri, ülkeleri öğreniriz. Konuşma genişletir, kavga daraltır. Konuştukça Arjantin de bizim olur, kavgaysa en son kendimizi yok edene dek küçülerek devam eder.
İyilik ve sevgi bunları pazarlayanların dilinde çürür. İyiliği de marketteki sucuklar gibi satın alınabilir bir şey gibi görmeye başlarız. Cami “cem”den gelir; buluşma, beraber olma yeri demektir, bunun binayla ilgisi yoktur. Binaya hayran olunca Tanrı’yla buluşmuş olmuyoruz. Tanrı içimizdeki adalet terazisiyse onunla buluşmak için ne davet gerekir ne servet.
Diyalog duvarları yıkar, tüm sınırlar diyaloglarla anlamsızlaşır. Buluşup beraber oldukça, muhabbetimiz de artar, keyfimiz de. Karşımıza yedi yaşında bir çocuğu almalı ve ona “Yaşadığımız dünya hakkında ne düşünüyorsun?” diye sormalı. Yedi yaşında çocuk ne anlar bu sorudan demeyin. Yetmiş yaşına kadar hiç soru sormamış insanlarla çevrili olmamızın nedeni, bu insanların aynı zamanda hiç soru sorulmamış kişiler olması olabilir mi?
Televizyonu kapatmamız ve sosyal medyaya güvenmememiz gerekiyor. Temiz su bulmak için kaynaklara gittiğimiz gibi temiz bilgi için de kaynağa gitmeye çalışmalı. Suyumuzu ve havamızı çoktandır kirletenler, bilgileri de kirletiyorlar.
Seçmen seçimden seçime var olmaz, seçmen her zaman seçer. Üretmeyi seçmeliyiz, bilginsek araştırmalı, yazarsak yazmalı, müzisyensek şarkılar bestelemeli, dansçıysak dans etmeliyiz. Hiçbirini yapamıyorsak en azından yapanların hevesini kırmaktan kaçınabiliriz. Üretmek zor olandır, emek tüm bunları anlamak için de gerekli olduğundan en yüce değerdir.
Bir insanı eğitmek bir ömür sürer, bir tetiğe basmak bir saniye... Sokak ortasında patlayan bomba sadece insanları değil, insanlığa olan inancı da yok eder.
Sevginin zayıf yönü kırılgan olması ama nefretin de zayıf bir yanı var: Korkaklık.
Faşistlerin ortak özelliği onlara emir veren kişileri reddedemeyecek kadar korkak olmaları. Bakmayın yengeç gibi yürümelerine, faşizm sırttan vuran bir korkaklar birliğidir.
Biz birbirimizi sevdikçe, bizim düşmanlığımızdan para ve rütbe kazananları telaş alır. Kederlerimizi körükleyenleri sevincimizle kahrederiz. Biz bir meydanda el ele dans ettikçe onların gözlerine uyku girmez.
(Hepimiz Aynı Belediye Otobüsündeyiz - Alıntı)
Ateş İlyas Başsoy