Gezginler kulübü

  • Home
  • Gezginler kulübü

Gezginler kulübü GEZGİN KİMDİR ? Gezgin , kertenkele gibi güneşe karşı yatmaktan,içki masasında sarhoşları dinlemekten,lüks bir lokantada uzun uzun yemek yemekten hoşlanmaz.

Gezgin , kendi serüveninin kahramanıdır ,bilgi taşıyıcıdır , doğayı sever,barışcıldır... Gezgin bulunduğu ortamı tanımak ister, farklı dillerden ,dinlerden geleneklerden,şarkılardan,danslardan,ritüellerden,sokak oyunlarından ve mektup kültüründen zevk alır. Gezgin kentlerin arka sokaklarında dolaşır , gerekirse peynir ekmek yer ,parkta yatar,otostop bile yapar. Gezgin bakar,görür,anlar,öğrenir,ö

ğretir ve yolların çağrısına uyar.Mütavazidir ,gittiği ülkelerin kokusunu,kültürünü,insanlarını,değerlerini kendisine katmayı bilir. Gezgin ,dertlerinden ve monoton bir hayatın getirdiği tüm sıkıntılardan uzaktır.Gezgin serüveni sever ,birbirine benzeyen ruhsuz beton binalardan,birbirine bitişik sıvasız evlerden hoşlanmaz. Gezgin ,insanların birbirine yakın olduğu ‘mahalle kültürü’nü sever. Gezi sırasında gazete okumaz ,televizyon seyretmez,apayrı bir “gezi dünyasına” dalar.Gezgin oteldeki oda numaralarını hep karıştırır ,sürekli pabuç eskitir ,kopya kültüründen hoşlanmaz,renkli kültüre sahip çıkar. Gezgin yola çıkmak için her fırsatı değerlendirir. İyi bir yürüyüşcüdür gezgin çünki bir kenti anlamanın ve yaşamanın en iyi yolunun yürümekten geçtiğinin bilincindedir.İnsan farkı ancak yürürken anlar.Ayakları sızlayana kadar dolaşır,yorgunluktan bazen bir otobüsün köşesinde,bazen bir motorun kuytusunda uyuklasa bile…
Gezgin, pahalı giysiler yerine ,yöreye özgün hatıra eşyaları satın almayı tercih eder. Gezgin lüks bir otelin havuz başında oturmak yerine ,kentin kenar mahallelerinde dolaşmayı yeğler.Çünki bir kentin ya da bir ülkenin sosyo-ekonomik yapısı,lüks otellerin havuz başında görülmez. Bir “dünya vatandaşı”dır gezgin. Tüm dünya insanlarına ,uygarlıklarına ve kültürlerine ,hiçbir ayrım yapmadan ,ön yargısız yaklaşır. İnsanlarına ırk,din,dil,cinsiyet ve milliyet kalıplarının dışımda “insan” olarak bakmayı bilir. Kendi kültüründen olmayan insanların geleneklerini ,kültürlerini , dünyalarını anlamaya çalışır. Gezgin için yabancı ülke yoktur ,gittiği yerlerde yabancı olan kendisidir ...

18/05/2019

Bizans’ın Hipodrom, Osmanlı’nın Atmeydanı ve Cumhuriyet’in Sultanahmet olarak adlandırdığı meydanın, 1600 yıldır değişmeyen bir sakini vardır. Ki bu sakin, yaklaşık 3500 yaşındadır. Kimbilir belki de, bereketin simgesi olan dimdik bir heybetle, göğe uzanır. Tanık olduğu olaylar, aslında tarihin ta kendisidir. Gövdesinin her bir gözeneği, imparatorlukların arşividir. Kadeş Savaşı’nı görmüş, Hitit ve Assur’un yıkılışına tanık olmuştur. Perslerin işgalini izlemiş, Büyük İskender’e hoş geldin demiştir. Cleopatra ve Antonius’un Aktium Savaşı’nı kaybetmesiyle hüzünlenmiş, Roma’ya baş eğmiştir. Roma’nın bölünmesini görmüş ve Mısır’dan, Constantinapolis’e gelmiştir. Bizans’ın ilk gününden son gününe, o vardır. Haçlıların yağmasıyla kahrolmuş, II. Mehmed Ayasofya’ya girerken hazır bulunmuştur. Adı, Theodosius Dikilitaşı’dır. Ama Mısır firavunu III. Thutmose tarafından yaptırılmıştır. III.Thutmose [ (ya da Thutmosis ) Men-cheper-re (Menkheperre) - Ra’nın belirmesi kalıcıdır.] 18. Hanedan’ın altıncı firavunudur. II.Thutmose ölünce, onun baş eşi ve kardeşi Kraliçe Hatshepsut ,6 yıl III.Thutmose’nin kral naibliğini yapmış, daha sonra 15 yıl tek başına firavun olmuştur. Bu zaman dilimi içinde Mısır ordusu Asya’ya ayak basmamıştır. III.Thutmose, tahta ancak Hatshepsut’un ölümüyle çıkabilmiştir. Böylece Thutmose iktidarının 23. yılında ya da başka bir deyişle tek başına firavun olmasının ikinci yılında Asya’ya ilk askeri seferini düzenlemiştir. Karşısında Mitanni devleti tarafından desteklenen Suriye’nin küçük krallıkları vardır. Sefer başarıyla sonuçlanmış ve Megiddo alınmıştır. Amaç, Doğu Akdeniz boyunca bir askeri üsler zinciri oluşturup Kuzey Suriye’de kontrolü ele geçirmektir. Her yıl düzenlenen toplam 17 seferle Thutmose bu hedefini gerçekleştirir. Bu esnada Hitit devleti bir kargaşa dönemi içinde bulunmaktadır. Tahtın el değiştirmesi entrika ve cinayetlerle gerçekleşmektedir. Hititlerin dış siyasette etkin olacak bir pozisyon almaları bu nedenle pek mümkün olmamıştır. Bu durum Mısır’ın oldukça işine yaramıştır. Ön Asya’daki birçok krallık vasal hale getirilerek vergiye bağlanmış Mısır’ın ekonomik gücü oldukça artmıştır. III.Thutmose, 8. Asya seferinde Fırat’ın doğusundaki Mitanni devleti’ne karşı Naharin’de bir zafer kazanır. Ve bu olayın anısına Karnak Tapınağı’nda bir dikilitaş inşa ettirir. Mısır, M.Ö. 30 yılında Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti olur. Romalılar, bu bereketli ve büyük topraklara sahip olmanın verdiği hazla birçok Mısır anıtını ülkelerine taşırlar. Bunların başında da şehirlerini dekore etmekte kullandıkları dikilitaşlar gelir. I. Constantinus (M.S. 307-337), İstanbul’daki imar çalışmaları esnasında Hipodrom’a bir dikilitaş yerleştirmeyi düşünür ve İskenderiye’ye bir mektup yollar: “Gemileriniz Karadeniz’e çıkar¬ken sizleri cömertçe karşılayan ve beslenmesine yardımcı olduğu¬nuz bu şehrin güzelleşmesine katkınız olması için bu yekpare taşı yollamanız yerinde olur.” Daha sonra II. Constantius (337-361) babasının istemiş olduğu bu taşı Nil üzerinden Karnak’tan İskenderiye’ye taşıtır (357). Ancak İstanbul’a getirtemez ve taş kıyıda bırakılır. İmparator Julian’ın (361-363) isteğiyle özel bir gemi tasarlanır ve taş en sonunda İstanbul’a getirilir. Portus Novus (Kadırga Limanı) veya Vlanga (Langa) limanlarından birisine bırakılır. Julian bir savaşta ölünce taş uzun süre kaderine terk edilir. Ta ki I.Theodosius’a (379-395) kadar. 390 yılında dikilitaşın ayağa kaldırılması için çalışmalar başlar. Kıyıdan Hipodrom’a kadar yapılan demirden bir yol üzerinde, taş üç günde taşınır ve Hipodrom’un ortasındaki spina denen duvarın üzerine 30 ya da 32 günde dikilir. Taşın en tepesinde, piramit biçiminde yontulan uçta, dikdörtgen çerçeve içinde Firavun III. Thutmose ve tanrı Amon-Ra karşılıklı olarak elele görülür. Bunun altında, dört yüzde de dikdörtgen çerçeve içinde yine tanrı ve Firavun vardır. Bunun altında da kutsal Horus yer alır. Esas yazı ise Horus’un altında başlar:

24/03/2019

Yahudi Şeriatının Temel İlkeleri
Yahudi Devleti, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’a göre tanrının, insanlara kurmalarını, topluca yaşamalarını buyurduğu bir topluluktur. Ancak bu devlet, bütün insanların değil, yalnız Yahudi soyunun devletidir. Tanrı Hz. Musa’ya bütün Yahudileri bir araya toplamasını, onları bir devlet bütünlüğü içinde düzenlemesini buyurur. Bu nedenle Musa, bir devlet kurucusudur da.

Tevrat’a göre, Hz. Musa bir yandan kurtarıcı, devlet kurucu, bir yandan da bir din önderi olarak tanrının görevlendirdiği bir kimsedir. Bu nedenle, görevine uygun olarak getirdiği bir takım kurallar düzeni vardır. İbrani dini, bu kurallara göre bütünlük kazanmıştır. Hz. Musa’nın getirdiği genel din kuralları, yani Yahudi şeriatı bütün insanlar için değil, peygamberi olduğu Yahudi ulusu içindir. Günümüzde de İsrail devletinin yazılı bir anayasası olmayıp, Tevrat başta olmak üzere; Mişna ve Talmud’a bağlı dini esaslara uyulmakta, böylece Yahudilik inanç, adet ve gelenekleri insanlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde temel alınmaktadır.

Yahudi inancında, tıpkı diğer tek tanrılı dinlerde olduğu her şeyden önce imanın temel şartını Tanrının varlığına ve birliğine olan inanç oluşturur. Yalnız diğer tek tanrılı dinlerden farklı olarak Yahudiler tek Tanrıya inanmakla birlikte, Tanrı’nın “Alemlerin rabbi” olduğuna değil, “Yahudilerin rabbi” olduğunu kabul eder. Yahudi inancına göre Tanrı’nın en sevgili ulus Yahudilerdir. Bunun en büyük kanıtı da, Tanrı’nın İsrailoğulları ile Musa’nın kişiliğinde Sina’daki ahitleşmesidir. Hz. Musa Sina’da iken Tanrı, Yahudiliğin temel ilkelerini oluşturan “On Emir”i (Aseret Adiberot) Hz. Musa’ya vahyetmiştir. Hz. Musa’nın iki taş levhaya yazılı olarak Sina Dağı’ndan getirdiği On Emir şunlardan oluşmaktadır:

Seni Mısır’dan tutsaklıktan kurtaran Tanrı benim.
Benden başka Tanrı’n olmayacaktır. Boşlukta, yerin üstünde veya altında, denizlerin derinliklerinde var olan varlıkların resimlerini yapmayacak ve onlara hiç bir biçimde tapmayacaksın.
Tanrı’nın adını boş yere ağzına almayacaksın.
Cumartesi gününü daima hatırlayıp, onu kutsal kılacaksın. Haftanın 6 günü çalışacak, yedincisinde dinleneceksin. Cumartesi günü dinlenmeye ayrılmış umumi dinlenme günüdür. O gün ne sen, ne oğlun, ne kızın, ne uşağın, ne de hayvanların, kısaca hiç biriniz çalışmayacaksınız.
Anne ve babana hürmet edeceksin.
Öldürmeyeceksin.
Zina yapmayacaksın.
Çalmayacaksın.
Yalan tanıklık yapmayacaksın.
Hiç kimsenin evine, barkına, karısına, hizmetçisine, öküzüne, eşeğine velhasıl sana ait olmayan bir şeye göz dikmeyeceksin.
Hz. Musa’nın bir peygamber olarak getirdiği dinin, insanların yaşayışlarını düzenleyen temel ilkelerini onun üç kitabında buluyoruz. Bu kitaplar Çıkış, Levililer ve Tesniye’dir. Bu üç kitapta sıralanan kurallar genellikle ikiye ayrılır:

Tapınmalarla, inançlarla ilgili olup uyulması gereken kurallar bütünü;
Yasaklarla sıralanan, yapılmaması gereken eylemler.
Yahudilikte Tabular

Bu bölüme girenlere, genellikle “tabu” (haram) denebilir. Bunlar Yahudi dininin temel işlemleri sayılır ve şöyle sıralanabilir.

Hayvanlarla ilgili işlemler;
Bitkilerle ilgili işlemler;
Tapınmalar,
Kurban
Hastalıklar,
İnsan bedeniyle bağlantılı durumlar;
Ölüler.
Hayvanlarla İlgili Yasaklar
Tıpkı İslamiyet’te olduğu gibi Yahudilikte de helal ve haram kavramına dahil olan yiyecekler vardır. Yahudi inancında yenmesi yasak ya da serbest olan yiyeceklerin ya da yenilmesi sırasında uygulanacak olan kuralların belirlendiği sisteme Kaşerut adı verilir. Bu sözcük İbranice “uygun” sözcüğünden gelmektedir.

Yahudilerin kutsal kitabına göre başlangıçta bütün insanlar vejetaryendi. Ancak Nuh Tufanı’nın ardından Tanrı insanlara et yemesi için izin vermişti. Bu inanış dolayısıyla yiyeceklerle ilgili birçok yasak bulunmaktadır.

Her şeyden önce hiç bir hayvanın kanı yenmez. Tevrat’a göre kan, gerçekte candır. Kesilen hayvanın olabildiğince kanının boşaltılması gerekir. Bu nedenle hayvan kesildikten sonra kanının iyice boşalması için uzun süre askıda asılı bekletilir. Hayvan kesim işiyle uğraşacak kimsenin (shoet) iyi bir eğitim alması, kullanacağı bıçağın hayvanı tek bir bıçak darbesiyle öldürecek kadar düz ve keskin olması şarttır.

Dört ayaklı hayvanlar içinde, çatal tırnaklı olanlarla geviş getirenlerin dışında kalan bütün hayvanların etlerinin yenmesi yasaktır. Yenilmesi yasak olmasa dahi, doğal yollarla ölen ya da başka hayvanlar tarafından öldürülen hayvanların yenmesi de yasaktır. Ayrıca yenmesi yasaklanmış hayvanlardan elde edilen süt, yumurta, yağ vb. hiçbir ürün yenemez.

Pulsuz, kanatsız su hayvanlarının tümünün yenmesi yasaklanmıştır. Yani ıstakoz, istiridye, karides, midye ve pavurya gibi kabuklu hayvanların yenilmesi yasaktır.

Böcekler yenemez. Fakat yenmesi yasak hayvanlardan elde edilen ürünlerin bir istisnası olarak bal yasak değildir.

Sürüngen türünden olan bütün hayvanlar murdar sayılır.

Hayvanların uyluk başı üzerinde bulunan kalça kasının yenmesi de gerekmez.

İki ayrı soydan hayvanın çiftleştirilmesi kesinlikle yasaktır. Çift sürmek için eşek ile öküz beraber koşulmamalıdır.

Deve eti, ada tavşanı ile tavşan eti, domuz gibi hayvanların etleri yenmez, leşlerine dokunmak bile doğru değildir.

Yırtıcı kuşlar (çengel gagalılar) içinde eti yenecek olan yoktur, bunların tümü murdardır.

Bitkilerle İlgili Yasaklar
Mademki İsrail’in toprağı kutsaldır öyleyse onun ürünleri de özel kurallara bağlı olmalıdır.

Yeni dikilmiş yemiş ağaçlarının yemişleri üç yıl yasaklanmıştır, yenmez. Dikilen bir yemiş ağacının dördüncü yıl olan yemişi Tanrıya sunulur, beşinci yıl ile ondan sonraki yıllardaki yemişleri yenebilir.

Her yedinci yılda tarlaları ekmek, bağları, ağaçları budamak yasaklanmıştır. Bu yıl içinde bağda yetişen üzümler, kendiliğinden biten ekinler, yemişler tabudur.

İki türlü bitki yanyana dikilmemelidir. Bu kural sebzelerle, yemiş ağaçları için de geçerlidir.

Eti tereyağında pişirmek, bir sofrada etle tereyağını birlikte bulundurmak yasaktır.

İki ayrı türden dokunmuş giysiler de yasaktır. Sözgelişi yün ve keten karışımı giysiler giyilemez.

Tapınma Türleri
Tanrının buyurduğu bütün tapınma türleri (Tevrat’ta geçen) dışında kalan dinsel eylemler yasaktır. Yalnız Kutsal Kitap’ın uygun gördüğü işlemler yapılacaktır.

Kurban
Sığır, dana, keçi, kumru, güvercin, koç gibi Kutsal Kitap’ta bildirilen, kurban edilmeleri uygun görülen hayvanlar dışında kurban kesilemez. Hiç bir insan kurban edilemez.

Hastalıklar
Tevrat’ın birçok yerinde hastalıkların Tanrının suçlu insanlara verdiği birer yıkım, birer ceza olduğu söylenir. Adı geçen hastalıklar sıtma, veba, uyuz, körlük, delilik, ur, mısır çıbanı, verem vb. dir. Bunlarla ilgili tabular yoktur. Yalnız “cüzzam”la ilgili tabular vardır. Cüzzama yakalanan, onun belirtileri olan kızıllığın göründüğü kimselerin, kâhinlere başvurması gerekir. Bu konuda Levililer kitabında (13.47-52) kesin buyruklar vardır.

Cüzzama yakalanan bir kimseye uygulanacak sağaltma yöntemi, kullanılacak ilaçlar, hastanın izleyeceği yol açıkça gösterilmiştir. Bu hastalığa tutulana yanaşmak, dokunmak kesinlikle yasaktır.

İnsan Bedeniyle İlgili Durumlar
İnsan bedeniyle bağlantılı durumların başında akıntılar gelir. Gövdesinden akıntı gelen bir kimse “murdar” olduğundan dolayı onun yattığı yatağın, oturduğu minderin, örtünün, iskemlenin ve onlara dokunanların da murdar sayılması gerekir. Bilmeden böyle murdar bir nesneye dokunan kimsenin akarsuya iyice dalması, yıkanması, arınması zorunludur. Akıntılı insanın bindiği hayvan, tuttuğu eyer, dokunduğu eşya da murdar olur. Böyle kimsenin ellerini iyice yıkamadan birine dokunması, eşyaya el sürmesi doğru değildir.

Murdar sayılan insanın kullandığı kap topraktan yapılmışsa hemen bir kıyıda kırılması gerekir.

Akıntılı kimsenin akıntısı kesilince yedi gün bekledikten sonra akarsuya dalıp yıkanması, arınması, giysilerini de yıkaması gereği vardır. Yedi gün bekledikten sonra sekizinci günde iki güvercin yada iki kumruyu kahine götürür, kâhin bunlardan birini suç kurbanı, birini de sungu olarak tanrıya sunar.

Cinsel ilişkide bulunan kimselerin murdarlığı bütün gün boyunca sürer. Sonra yıkanır, giysilerini yıkarsa murdarlıkları gider.

Kan gelen (aybaşı olan) kadınla yatan erkek yedi gün boyunca murdardır. Üzerinde yattığı ne varsa onlar da murdar sayılır.

Böyle bir kadının yattığı yatak, üzerinde oturduğu her nesne, tuttuğu her şey murdardır. Onlara dokunanların da bütün gün murdarlığı sürer, yıkanıp arınmaları gerekir.

Kanı kesilen bir kadının iki güvercin ya da iki kumruyu kurban diye sunma gereği vardır. Kurbanları sunmadan önce iyice yıkanıp arınması zorunludur.

Çocuk doğuran bir kadının doğurduğu çocuk erkek olursa murdarlığı yedi gün sürer, doğan çocuk kız olursa bu murdarlık yedi günün bitiminden sonra altmış gün daha sürer. Doğan erkek çocuğun, sekizinci günü sünnet edilmesi gerekir.

Çocuk doğuran kadının arınıp yıkanarak murdarlık süresinden sonra kâhine gidip bir yıllık bir kuzu ile güvercin ya da kumru yavrusu vermesi gerekir. Kadının gücü kuzu kesmeye elverişli değilse, iki güvercin palazı yeter. Bunlar birer sungudur, kâhin gereğini yapar.

Ölüler
Hz. Musa’nın getirdiği inanç düzenine göre, insan bir ruh varlığıdır. Önemli, değerli olan ruhtur. Ruh gövdeden ayrıldıktan sonra bedenin değeri azalır.

İnsan ölüsünün, öteki canlıların ölüsünden ayrılır bir yanı yoktur. İnsan ölüsü de murdardır. Bu nedenle ona dokunulmaz. Ölen bir insana dokunan kimse yedi gün murdar olur. Böyle bir kimsenin üçüncü ile yedinci günlerde yıkanıp arınması gerekir. Bunu yapmayan bir kimse hep murdar kalır.

Ölünün bulunduğu çadıra giren, insan ölürken çadırda olan herkesin murdarlığı yedi gün boyunca sürer. Çadırda üzeri örtülü olmayan bütün kap kacak da murdar sayılır.

Mezara, insan kemiğine dokunan her insanın murdarlık süresi yedi gündür. Böyle bir kimse gerekli arınmayı, yıkanmayı zamanında yapmalıdır.

İster kılıçla, ister kendiliğinden olsun kırda, çayırda, ovada bulunan bir insan ölüsüne dokunan kimse yedi gün murdar kalır.

Murdar insanların arınması, yıkanması sırasında üzerlerine murdarlık suyu döken görevlinin de murdar olacağı açıktır. Bundan dolayı onun kendini, giysilerini yıkayıp arıtması gereği vardır.

Başkâhin ne anasının, ne de babasının ölüsünün yanısıra gidebilir, yoksa onun murdarlığı daha ağır bir suç olur.

İnsan Eylemlerine İlişkin Yargılar
Bu bölümde genellikle eylemlerle ilgili yargılar yer alır. Bir insanın toplum düzeni içinde davranışlarının ne gibi karşılık göreceği, nasıl cezalandırılacağı bu bölümde belli bir kurala bağlanmıştır. Yahudi Şeriatına göre, insan toplum içinde yaşayan, çevresiyle ilişkileri olan, komşuluk, aile bağları ile sınırlanan bir varlıktır. Toplumda yapması ve yapmaması gereken işler vardır. Genel yargılarla belirlenen bu eylemler şöyle sıralanabilir:

Miras;
Adam öldürme;
Yoksullar;
Dullar;
Kimsesizler, öksüzler;
Hırsızlık,
Zina;
Evlenme;
Tanıklık;
Yargıçlar
Boşanma;
Köleler.
Bu konularla ilgili kesin yargılar, buyruklar vardır. Bunları kim olursa olsun, nerede, hangi koşullar altında bulunursa bulunsun herkes yerine getirmelidir.

Miras
Ölen bir kimsenin oğlu yoksa bıraktıkları kızına (varsa) kalır. Kızı da olmayan bir kimsenin mirası kardeşlerine, kardeşleri yoksa babasının kardeşlerine, babasının kardeşleri de yoksa sopundan (aşiretinden) kendisine en yakın olana verilir. Miras ölenin geride kalan bütün malı, mülkü parası, eşyasıdır (Sayılar 27.8.11).

İsrailoğulları topluluğunda bireyler kendi atalarının sıpt’ından (oniki kabilenin her biri) gelen mirası aldıklarından dolayı, mirasın sıpttan sıpta geçmesi gereği vardır. Evlenme sıptlar arasında değil de bir sıpttan gelenler arasında olduğu için miras konusunda sıpt değiştirme yoktur. Bir şıptın mirası bir başka şıpta geçemez. İsrailoğullarının sopları (sıptları) kendi miraslarına bağlı kalırlar (Sayılar 36.7.9).

Bir erkeğin sevilen ve sevilmeyen iki karısı varsa ve sevilmeyen kadından oğulları olmuşsa, ilk doğan oğlu bu sevilmeyen kadından ise, mirasını oğullarına böldüğünde “nefret olunan kadından olan oğlu üzerine, sevilen kadından olan oğluna ilk oğulluk hakkını veremez, fakat kendisinde olan bütün malın iki payını nefret olunan kadından olan oğluna vermekle ilk doğan olarak onu tanıyacaktır, çünkü o kuvvetinin başlangıcıdır, ilk doğanın hakkı onundur.” (Tesniye 21.16.17).

İlk dönemlerde Yahudilikte miras, yalnız oğullara kalıyordu. Sonraları bu kural değişti. Bu kuralın değişmesi Mahla, Noa, Hogla, Milka, Tirtsa adlı kızların direnişi sonucu değişmiştir. Bunlar Tselofhad adlı bir Yahudinin kızları idiler.

Adam Öldürme
Yahudi inancında adam öldürme, kesinlikle yasaktır. Eski dinlerde, özellikle çoktanrıcı dinlerde görülen tanrılara insan kurban etme gibi, birisini bilerek öldürme de dinle bağdaşmaz. İbrani yasalarına göre insan öldüren mutlaka öldürülür. Tevrat’ın özellikle, Çıkış, Levililer, Tesniye gibi bölümlerinde bu konuda çok açık yargılar, buyruklar vardır. Ancak insan öldüren bir kimsenin ölümle cezalandırılması için “bilerek”, “düşünüp tasarlayarak davranma gereği vardır.

“Bir adam, vurduğu ölürse, mutlaka öldürülecektir.” (Çıkış 21- 12)

“Eğer bir adam, hile ile öldürmek için komşusuna mağrurane gelirse, onu öldürmek için benim mezbahımdan bile alacaksın.” (Çıkış 21.14).

“Ve Rabbın ismine küfreden mutlaka öldürülecektir, bütün cemaat mutlaka onu taşlayacak, garip olsun, yerli olsun, Rabbın ismine küfrettiği zaman öldürülecektir. Ve bir kimse bir adamı vurursa mutlaka öldürülecektir.” (Levililer 24.16- 17).

“Ve hayvanı vuran onu ödeyecek ve adamı vuran öldürülecektir.” (Levililer 24.21).

Adam öldürmek yasaklandığı için, Musa yasasında »öldüren öl-dürülür» (Lex Talionis) ilkesi genel geçerlik kazanır. Ancak bu ilkenin daha eski çağlardan kaldığı, özellikle Hammurabi yasasının etkisi altında geliştiği açıktır.

İbrani dininde adam öldürme, suçluyu cezalandırma konusunda en ilginç olan ölçü ((kısas»tır. Kısas bu dinds bir tamel ilkedir, genel geçerlik taşıyan kuraldır.

“Ve eğer adamlar kavga edip bir gebe kadına çarparlar, ve onun çocuğu düşerse, ve bir zarar olmazsa, kocasının kendi üzerine tayin edeceği gibi tazmin edecek, ve yargıçlar vasıtasıyla verecektir. Fakat zarar olursa, o zaman can yerine, can göz yerine göz, diş yerine diş, el yerine el, ayak yerine ayak, yanık yerine yanık, yara yerine yara, bere yerine bere vereceksin.” (Çıkış 21.22-25).

“Ve gözün acımayacak, can yerine can, göz yerine göz, diş yerine diş, el yerine el, ayak yerine ayak.” (Tesniye 19.21).

Yoksullar
Tevrat, Tanrının yoksulların yardımcısı, koruyucusu olduğunu ileri sürer. Ellerinden tutmak gerektiğini savunur:

“Çünkü Allahımız Rab… ve garibe ekmek ve esvap vermekle onu sever. Siz de garibi sevin, çünkü Mısır diyarında gariptiniz.” (Tesniye 10.18-19).

“Bir fakire ödünç para verirsen ona murabahacı olmayacaksın, onun üzerine faiz koymayacaksın.” (Çıkış 22.25).

Dullar
Yahudilikte dullar ile öksüzler, kimsesizler için önemli olan, onları korumak, onlara yardımcı olmaktır. Bu bir Tanrı buyruğudur. Tevrat’ın değişik yerlerinde bu konularla ilgili buyruklar vardır:

“Hiç bir dul kadını… incitmeyeceksiniz.” (Çıkış 22.22). Dulların korunması, onlara karşı iyi davranılması, onların hakkının yenmemesi gereklidir.

Kimsesizler ve Öksüzler
Tevrat’ta öksüzler, kimsesizler, yoksullar, dullar, garipler için belli buyruklar, onlara karşı nasıl davranılması gerektiğini gösteren yargılar vardır. Bunlar birer genel kural niteliğindedir. Bunlarla ilgili ayetler birbirini izler.

“Hiçbir dul kadını ve öksüzü incitmeyeceksiniz. Eğer onları incitirsen, ve bir yolla bana feryat ederlerse, onların feryadını mutlaka işiteceğim, ve öfkem alevlenip sizi kılıçla öldüreceğim ve kadınlarınız dul, ve çocuklarınız öksüz olacaklar.” (Çıkış 22.23-24).

“Kardeşlerinden olsun, yahut memleketinde şehirlerinin içinde olan kendi gariplerinden olsun, düşkün ve fakir ücretliyi sıkıştırmayacaksın, onun ücretini gününde güneş batmadan vereceksin… Garip ve öksüz hakkında hüküm değiştirmeyeceksin, ve dul kadının esvabını rehin olarak almayacaksın.. Ağaçlarını dövüp zeytin topladığın zaman, arta kalanı devşirmek için dönmeyeceksin, garibin, öksüzün, ve dul kadının olacaktır.” (Tesniye 24.14-20).

Hırsızlık
Yahudilikte en ağır cezayı gerektiren olaylardan biri de hırsızlıktır. Hırsızlara uygulanması gereken yasalar kesindir, yorum bile gerektirmez. Hırsızlık, İbranilerde üçe ayrılır.

İnsan çalıp satmak, kaçırmak;
Hayvan çalmak;
Değişik nesnelerin çalınması
Adam çalmakla ilgili hırsızlığın cezası kesinlikle ölümdür.

“Ve adam çalan, onu satmış olsun yahut kendi elinde bulundursun, mutlaka öldürülecektir.” (Çıkış 21.15).

“Eğer bir adam öküz yahut koyun çalarsa ve onu boğazlar yahut satarsa, bir öküz yerine beş öküz ve bir koyun yerine dört koyun ödeyecektir. Eğer hırsız duvar delerken yakalanırsa, ve vurulup ölürse, onun için kan hakkı yoktur… Eğer çaldığı şey öküz olsun, eşek olsun, yahut koyun olsun, diri olarak elinde bulunursa, iki kat ödeyecektir.” (Çıkış 22.1-4).

“Eğer İsrailoğullarından, kendi kardeşlerinden biri canı çalan adam bulunursa ve ona köle gibi davranır, yahut onu satarsa, o zaman o hırsız ölecektir ve aranızdan kötülüğü kaldıracaksınız.” (Tesniye 24.7).

Cinsellik ve Zina
Tevrat’ın “zina” ile ilgili yargıları, olayın türüne, bu işi yapanların yakınlık oranına göre değişir. Genellikle zina konusunda verilen ceza, ölüm cezasıdır. Öteki ceza konularında olduğu gibi bu konuda da Yahudi dininin, Hammurabi yasalarının geniş ölçüde etkisi altında kaldığı görülür. Ancak cezanın uygulama biçimi değişir.

On Emir’den biri zinanın kesinlikle yasaklandığını gösteriyordu. Tevrat bu işin cezasını kesinlikle belirlemiştir.

“Bir kâhinin kızı fahişelik ederek kendini bozarsa, babasını bozmuş olur, ateşte yakılacaktır.” (Levililer 21.9).

“Ve başka birinin karısı ile zina eden, komşunun karısı ile zina eden adam, hem o, hem kadın mutlaka öldürülecektir. Ve babasının karısı ile yatan, babasının çıplaklığını açmıştır, ikisi de mutlaka öldürüleceklerdir, kanları kendi üzerlerine olacaktır. Ve bir adam kadınla yatar gibi erkekle yatarsa, ikisi menfur şey yapmışlardır, mutlaka öldürüleceklerdir. Ve bir adam bir kadınla beraber anasını alırsa, alçaklıktır, aranızda alçaklık olmasın diye kendisi ve kadınlar ateşte yakılacaktır.” (Levililer 20.10-14).

“Ve bir kadın bir hayvana yaklaşmak üzere onun yanına giderse, kadını ve hayvanı öldüreceksin, mutlaka öldürülecekler.” (Levililer 20.16)

“Ve bir hayvanla yatan adam mutlaka öldürülecektir, hayvanı da öldüreceksiniz.” (Levililer 20.15).

“Eğer bir adam başka bir adamın karısı olan bir kadınla yatmakta olarak bulunursa, o zaman kadınla yatan ve kadın, onların ikisi de öleceklerdir.” (Tesniye 22.22).

Yaratılış bölümü(1.28), Hz. Adem’in görevinin çoğalma olduğunu olumlu bir emir şeklinde vurgular. Ama bu yine Yahudi şeriatı çerçevesinde olmalıdır. Homoseksüellik kesinlikle yasaktır. Levililer’e göre (20:13) homoseksüel ilişkiye giren iki erkek ölümle cezalandırılır. Talmud, kadınlar arası cinsel ilişkinin yasaklandığını açıklasa da , bunun nispeten küçük bir suç olduğu anlaşılmaktadır. Yine kendi kendini tatmin yani mastürbasyon da kesinlikle yasaklanan eylemler içindedir.

Tüp bebek olayında Yahudi din bilgileri arasında bir uzlaşma olmamakla birlikte kısır bir erkeğin karısının başka bir erkeğin tohumu ile döllendirilmesi işlemine karşıdırlar. Çünkü aynı erkeğin başka kadınlardan doğan çocuklarının tesadüfen evlenmesi durumunda Tora’da kesinlikle yasaklanan ensest ilişki olayı (Levililer, 18) yaşanabilir.

Evlenme
Yahudi Şeriatı bütün öteki toplumsal kurumlar gibi, evlenmeyi, yuva kurmayı da belli, kesin koşullarla, yasalarla sınırlandırmış, düzenlemiştir. Evlilik kutsal bir kurumdur, bir Tanrı buyruğudur, yalnız insanların isteklerine, dileklerine bağlı bir kurum değildir. Bu nedenle Kutsal Kitap onu da kapsamı içine almıştır. Evlenme ile bağlantılı yargılar Tevrat’ın, daha çok, “Tesniye” adlı bölümünde bulunur.

Evlilikte yapılması gereken hazırlık, süslenme, kıza, geline verilecek eşya, nişan, nikah, bu iki bağlantı arasındaki ilişkiler ayrı ayrı ele alınıp incelenmiş, yargıya bağlanmıştır. Kimlerin kimlerle evlenebileceği, kimlerin evlenmelerinin yasaklandığı, uygun görülmediği belirtilmiştir.

Kan birliği bulunan kimseler arasında evlenme olamaz. Kardeşler, bir ana-babadan olan aile yakınları, yengeler, sütanneler, babanın kardeşleri ile evlenme yasaktır. İnsanın kızı, oğlu ile de evlenmesi suçtur:

“Sizden hiç biri kendi yakın akrabasından birine onun çıplaklığını açmak için yaklaşmayacaktır, ben Rabbım. Kendi babanın çıplaklığını, ve ananın çıplaklığını açmayacaksın, senin anandır, onun çıplaklığını açmayacaksın. Babanın karısının çıplaklığını açmayacaksın, o senin babanın çıplaklığıdır. Kendi kızkardeşlerinin, babanın kızının, yahut ananın kızının çıplaklığını, evde doğmuş olan yahut dışarda doğmuş olsun, onların çıplaklığını açmayacaksın. Senin oğlunun kızının, yahut kendi kızının kızının çıplaklığını, onların çıplaklığını açmayacaksın, babandan olan senin kız- kardeşindir, onun çıplaklığını açmayacaksın. Babanın kızkardeşinin çıplaklığını açmayacaksın, o senin babanın yakın akrabasıdır. Kardeşinin çıplaklığını açmayacaksın, onun karısına yaklaşmayacaksın o senin yengendir. Kendi gelininin çıplaklığını açmayacaksın, oğlunun karısıdır, onun çıplaklığını açmayacaksın. Kardeşinin karısının çıplaklığını açmayacaksın, kardeşinin çıplaklığıdır. Bir kadınla onun kızının çıplaklığını açmayacaksın, onun oğlunun kızını, yahut kızının kızını onun çıplaklığını açmak için almayacaksın, onlar yakın akrabadır, alçaklıktır. Bir kadını kendi kızkardeşi üzerine, onu kıskandırmak, o hayatta iken kendi yanında çıplaklığını açmak için almayacaksın.” (Levililer 18.6-18).

Tevrat’ın bu sözlerinde, evlenme konusunda konan, kesin yasakların kimlere uygulanacağı açıkça gösterilmiştir.

Evlenme dışında kalan kadın erkek ilişkileri de belli kurallara bağlanmıştır. Bir erkeğin evlenmemiş, nişanlanmamış bir kıza yaklaşması, onunla sevişmesi yasaktır:

“Eğer bir adam, kız olan nişanlanmamış genç bir kadın bulursa ve onu tutup onunla yatarsa ve onlar bulunurlarsa, o zaman onunla yatmış olan adam genç kadının babasına elli şekel gümüş verecektir ve kadın karısı olacaktır, çünkü onu alçaltmıştır, bütün ömrünce onu boşayamayacaktır.” (Tesniye 22.28- 30).

Zina sonucu doğan çocuklar (mamzer), ancak kendileri gibi zina sonucu doğmuş olanlarla evlenebilirler ve bu yasak on kuşak boyunca devam eder. Zina sonucu meydana gelen gebelikte dahi çocuk aldırılmaz. Kürtaj Talmud’a ve daha sonraki dini otoritelerin yazılarına göre; Tanrı’nın yaratıcı gücüne karşı gelmektir; bir nevi cinayettir. Ancak annenin gebelik sırasında yaşamı tehlikeye girerse söz konusu olabilir.

Tanıklık
Tevrat, insanların yargıçlar önünde değişik nedenlerle birbirleri için tanık olmalarını da belli kurallara bağlamıştır. Bunlar, temel olan doğruluk, hakka saygı, yalandan, kötülükten kaçınmadır. Ölümü gerektiren yalancılık için bir değil en azından üç tanığın bulunması gerekir.

“Yalan haber taşımayacaksın, haksız tanık olmak için kötüye el vermeyeceksin. Kötülük için çokluğun peşinde olmayacaksın .

“Yalan şeyden uzak ol, ve suçsuzu ve salihi öldürme, çünkü ben kötüyü suçsuz saymam. Ve rüşvet almayacaksın, çünkü rüşvet, görenlerin gözlerini kör eder ve salihlerin sözlerini döndürür.” (Çıkış 23. 1-8).

“Bir adama karşı, işlediği her türlü suçta, her türlü fesat yahut suç için bir şahit kalkmayacak, iki şahidin sözü ile veya üç şahidin sözü ile bir şey sabit olacaktır. Eğer bir adama karşı kötülük hakkında şehadet etmek üzere, ona karşı yalancı bir şahit kalkarsa, o zaman aralarında dava olan iki adam, Rabbın önünde, o günlerde olan kâhinler ve hâkimler önünde duracaklar, ve hâkimler iyice araştıracaklar, ve işte, eğer şahit yalancı şahitse, ve kardeşine karşı yalan yere şahadet etmişse, o zaman kardeşine yapmayı düşündüğü ne ise kendisine yapacaksın, ve aranızda kötülüğü kaldıracaksın.” (Tesniye 19.15-19).

Yargıçlar
Yahudilikte yargıç, Tanrı adına, peygamberler adına, Tevrat’ın kurallarını uygulamakla görevli, davaları dinin buyur-duğu ilkelere göre yürüten kimsedir. Yargıçların doğru, gönülden arınmış, erdemli, iyi düşünen kimseler olması gerekir.

Yargıçlarla ilgili buyrukların, tanıklarla ilgili olanlarla eş düzeyde olduğu görülür. Tanıklıkla ilgili yargı, tanrısal buyruklar, yargıçlar, ijin de geçerlidir. Bu nedenle tanıklar için söylenenler, yargıçlar için de söylenir:

“Ve o vakit hâkimlerine emredip dedim: kardeşleriniz arasındaki davaları dinleyin ve bir adamla kardeşi, ve yanında olan misafir arasında hak ile hükmedin. Hükümde şahıslara itibar etmeyeceksiniz, küçüğü de büyüğü gibi dinleyeceksiniz, insan yüzünden yılmayacaksınız, çünkü hüküm Allahındır, ve sizin için güç olan işi bana getireceksiniz ve ben onu dinleyeceğim.” (Tesniye 1.16-17).

“Eğer adamlar arasında bir çekişme olup muhakemeye gelirler, ve hâkimler onlara hükmederlerse, o zaman salihi suçsuz ve kötüyü suçlu çıkaracaklardır. Ve vaki olacak ki, kötü adam dövülmeye müstahak ise, hâkim onu yatırtacak, ve kendi önünde onun kötülüğüne göre sayı ile onu dövdürecek. Ona kırk değnek vurdurabilir..” (Tesniye 25. 1-3)

Yargıçların Tanrının buyruğunu en ince ayrıntısına değin yerine getirmeleri buyurulmuştur. Bu buyrukları olduğu gibi uygulamayan yargıçların yargıları geçerli değildir. Tevrat’a göre yargıcın acıma duygusu, yumuşaklığı etkili olamaz. Onun kimseye acımaması, yumuşak yüzlülük, yumuşak yüreklilik göstermemesi gereği vardır. Bu nitelikleri olmayan bir yargıç sağlam değildir.

Boşanma
Yahudi şeriatına göre boşanma hakkı yalnız kocanındır, kadının böyle bir hakkı yoktur. Erkek gerektiğinde, Kutsal Kitap’ın bildirdiği koşullar altında karısını boşayabilir; kadın ise hangi koşullar altında olursa olsun boşanma yetkisini kullanamaz. Birçok konuda Hammurabi yasalarına benzer nitelikler taşıyan, kimi maddelerini ondan olduğu gibi alan Yahudi dini yasası, boşanma konusunda ondan ayrılır. Hammurabi yasasında koca gibi, kadının da, gerektiğinde kocasından ayrılma hakkı vardır.

Tevrat’ın boşanma ile ilgili bölümleri şunlardır:

“Bir adam bir kadın alıp onunla evlendiği zaman vaki olacak ki onda utanılacak bir şey bulduğu için, kadın onun gözünde lütuf bulmazsa, onun için boş kağıdını yazacak, ve onun eline verecek ve onu evinden gönderecektir. Ve evinden ayrıldıktan sonra kadın gidip başka bir erkeğin karısı olabilir. Ve sonraki adam da ondan nefret ederse, ve onun için boş kağıdını yazarsa, ve onun eline verip onu evinden gönderirse, yahut onu kendisine karı olarak almış olan sonraki adam ölürse, onu göndermiş olan evvelki kocası, kadın murdar edildikten sonra onu kendisine karı olarak tekrar alamaz, çünkü Rabbın önünde bu mekruh bir şeydir.” (Tesniye 24. 1-4).

Tevrat’ta boşanma pek sınırlıdır. Bu nedenle onunla ilgili kutsal sözler de azdır. Öte yandan Tevrat, yeni evlenen kadınlar açısından da erkeklere sorumluluklar yüklemiştir.

“Bir adam yeni bir kadın aldığı zaman cenge çıkmayacak, ve onun üzerine hiç bir iş yükletilmeyecek, bir yıl evinde serbest olacak ve aldığı kadını sevindirecektir.” (Tesniye 24.5)

Köleler
Yahudilikte kölelerin ayrı bir hukuku vardır. Bu konuda ileri sürülen bütün buyruklar, kölenin belli bir süre sonra, genellikle altı yıl bitiminde, salıverilmesini gerekli kılar. Bir efendi hangi koşullar altında olursa olsun kölesinin hakkını yiyemez, ona acı çektiremez, ona gücünü aşan bir yükümlülük veremez:

“Eğer İbrani bir köle satın alırsa, altı yıl hizmet edecek ve yedincide hür olarak meccanen çıkacaktır. Eğer yalnız geldi ise yalnız çıkacaktır, eğer karısı ile geldi ise o zaman karısı kendisiyle beraber çıkacaktır. Eğer efendisi ona bir kadın verir ve o kendisine oğullar yahut kızlar doğurursa, kadın ve çocuklar efendisinin olacakve kendisi yalnız çıkacaktır. Fakat eğer köle açıkça” efendimi ve karımı ve çocuklarımı seviyorum, hür çıkmayacağım, derse, efendisi onu Allah’a yaklaştıracak ve onu kapıya yahut kapının süvesine yaklaştıracak, ve onun kulağını biz ile delecek ve kendisine ebediyen hizmet edecektir.” (Çıkış 21.2-6).

Burada geçen “Allah’a yaklaştıracak” sözü, efendi köleyi tapınağa götürecek, orada gerekli işlemi yapacaktır anlamına gelir. Kölelere, efendilerinin yanlarında kalma hakkı verilmekte, ancak efendinin yanında evlenip doğan çocuklara, analarına bu hak tanınmamaktadır.

Kölelerin salıvarildikleri zaman haklarının verilmesi, gönüllerinin alınması, onlara güleryüz, tatlı dille davranılması gereği de vardır. Bu konuda Tevrat’ta değişik buyruklar bulunur. Ancak kölenin İbrani olması gerekir.

“Eğer kardeşin, İbrani bir erkek, yahut İbrani bir kadın satın alır, ve altı yıl sana kölelik ederse, o zaman yedinci yılda onu yanından hür olarak salıvereceksin. Ve hür olarak onu yanından salıverdiğin zaman, onu eli boş salıvermeyeceksin, kendi süründen ve harmanından, ve mâsarandan ona cömertçe vereceksin, Allahın Rab sana nasıl bereket verdi ise, ona öyle vereceksin. Ve Mısır diyarında bir köle olduğunu, ve Allahın Rabbın seni kurtardığını hatırlayacaksın, bunun için sana bugün bu şeyi emrediyorum.” (Tesniye 15.12-15).

Burada ilginç olan, Tevrat’ın bütün kölelere değil de, yalnız Yahudi soyundan gelen kölelere ayrıcalıklı davrandığıdır. İbrani dininin yalnız Yahudileri koruyucu bir nitelik taşıdığı bu sözlerden de açıkça anlaşılıyor.

Ana-Baba ile Çocuklar Arası İlişkiler
Yahudi şeriatının önemli bölümlerinden biri de, ana-baba ile çocuklar arasındaki karşılıklı ilişkileri düzenlemesi, bunda da eski İbrani geleneklerine bağlı kalmasıdır.

Tevrat’ta ana-babaya kesin, sınırsız bir saygı gösterilmesi önerilir. Anaya, babaya karşı gelinmez, direnilmez, onların sözleri dinlenir, yerine getirilir. Anasına, babasına vuran, onları döven bir kimse gözünün yaşına bakılmadan, haklılığı haksızlığı aranmadan öldürülür. Tevrat bu konuda şöyle der:

“Ve babasına, yahut anasına vuran mutlaka öldürülecektir.” (Çıkış 21.15).

Ana-baba gibi, yakınlarına, büyüklerine, küçüklere, eli ayağı tutmayanlara iyi davranmak, iyilik etmek, güleryüz göstermek de Tevrat’ın önerdiği genel ahlak davranışları arasında yer alır.

Faiz ve Ödünç Verme
Bütün toplumlarda olduğu gibi İbrani toplumunda da faiz, ödünç para verme gibi ilişkilerin belli bir kurala bağlandığı görülür. İbranilerde faizle para verilebilir. Ancak verilen paranın getireceği faiz konusunda borçlunun ödeme gücü göz önünde bulundurulur; aşırı ölçüde faiz alınması yasaklanmıştır. Bu konu ile ilgili olarak Tevrat’ın değişik bölümlerinde ayrı ayrı buyruklar vardır:

“Para faizi olsun, zahire faizi olsun ödünç verilen her şeyin faizi olsun, faizle kardeşine ödünç vermeyeceksin. Yabancıya faizle ödünç verebilirsin, fakat kardeşine faizle ödünç vermeyeceksin, ta ki, mülk olarak almak üzere gitmekte olduğun diyarda elini atacağın her şeyde Allahın Rab seni mübarek kılsın.” (Tesniye 23.19-20).

Bu bölümden kardeşler arasında faizin kesinlikle yasaklandığı, ancak yabancılar arasında geçerli olduğu açıkça anlaşılıyor. Ödünç verme konusunda ise belli bir ölçüye göre davranma gereği vardır:

“Komşuna bir şey ödünç verdiğin zaman onun rehinini almak için evine girmeyeceksin. Dışarıda duracaksın ve kendisine ödünç verdiğin adam rehini sana dışarıya çıkaracak. Ve eğer o adam düşkünse, onun rehine ile yatmayacaksın, güneş battığı zaman rehini mutlaka kendisine geri vereceksin, ve esvabında yatacak, ve sana hayır dua edecek.” (Tesniye 24.10-13).

“Eğer bir adam komşusundan ödünç bir şey alırsa, ve sahibi, kendisiyle beraber olmadığı halde sakatlanır, yahut ölürse mutlaka ödeyecektir. Ve eğer sahibi beraberse ödemeyecektir, eğer o kiralanmışsa kirasına sayılacaktır.” (Çıkış 22.14- 15).

Fuhuş
İbrani ulusu, İbrani soyundan gelen bir kimse için fuhuş vb. bu yoldan kazanılan para kesinlikle haramdır. Bu işlerle kazanılan paraların Tanrı yolunda tüketilmesi, onlarla adak sunulması da yasaktır.

“İsrail kızlarından ve İsrailoğullarından kendilerini fuhşa vakf etmiş kimse olmayacaktır. Kadın fuhşunun kazancını, yahut erkek fuhşunun ücretini, herhangi bir adak için Rabbın mabedine getirmeyeceksin, çünkü bunların ikisi de Rabbe mekruh şeylerdir.” (Tesniye 23.17-18).

Efsunculuk ve Büyücülük
İbrani inançlarına göre gerek efsun, gerek büyü gibi daha eski, çoktanrıcı dinlerden kalan işlemler, sapkınların işidir. Bunlar tanrının istemine, dileğine karşı yasak eylemlerdir. Bundan dolayı da suçtur: “Efsuncu kadını yaşatmayacaksın.” (Çıkış 22.18).

İbrani dininde bu gibi işlerin yasaklanması, Mısır’da, tutsaklık döneminde, öğrenilen, uygulanan büyücülük yüzündendir. Nitekim Firavun, Hz. Musa’nın tektanrıcı düşüncelerini, Tanrının ona verdiği “mucize gösterme gücü”nü bir büyü, bir efsun olarak nitelemiş, onu sınava çağırmış, büyücülerle, efsuncularla yarışmaya sokmuştur. Hz. Musa’nın gösterdiği bütün olağanüstü başarıları birer göz boyama, aldatmaca diye niteleyen Firavun, onun tektanrıcı görüşü ile de alay etmiştir.

Adaklar
İbrani inançlarına göre, insanın alnının teri, elinin emeği ile kazandıklarından Tanrıya adak sunma gereği vardır. İsrailoğulları için bunun dışında kalan ve “helâl” sayılmayan kazançlarla adak sunma yasaklanmıştır. Adaklarla ilgili ayetlerin daha çok, dördüncü kitabı olan Sayılar’da toplandığı görülür.

Adakların nasıl, nerede, hangi günlerde sunulacağı, bu adakları kimlerin sunabileceği de belli kurallara bağlanmıştır. Bu kurallar dışında adak sunulamaz, saçı saçılamaz, sungu verilemez. Adakların çoğu “kutsal gün” denen bayram-larla ilgilidir. Tevrat hangi türden hayvanların adak (kurban) olarak tanrıya sunulacağını açıkça belirlemiştir. Bunlar Yahudi dinine göre “arınmış” sayılan hayvanlar arasından seçilir: Genellikle boğa, koç, kuzu gibi hayvanlar. Kurban kesilerek sunulan adaklar arasında, tanrıya “takdime” adı altında ateşte yakılan kuzu eti, ekmek, un başta gelir.

Tevrat’ın Sayılar bölümünde kurbanların, sunguların, adakların ayın hangi günlerinde yapılacağı bu sırada düzenlenecek törenler açıkça gösterilmiştir. Burada ilginç olan durumlardan biri de adakların, sunguların yedi sayısı ile bağlantılı oluşudur. Sayılar’ın 28. bölümünden başlayarak 30. bölüme kadar süren ayetler bu konuyu içerir. Özellikle “yedi kuzu” üzerinde çok durulur. Buna karşılık yedinin iki katı olarak “ondört erkek kuzu”» da sık sık geçer. Kurbanların genellikle erkek hayvanlardan seçilmesi, sağlam, güçlü olması gereği de vardır (boğa gibi).

Kurban kesilerek sunulan adakların belli bir yerde belli bir düzene göre yapılması gerekir. “Mezbah” denen kurban kesme yerinin yapılması, boyutları da Tevrat’ta belirtilen düzene göredir.

Address


Website

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Gezginler kulübü posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Shortcuts

  • Address
  • Alerts
  • Claim ownership or report listing
  • Want your business to be the top-listed Travel Agency?

Share